Edinburgh'ya bir günün yetmeyeceğini düşünsek de vaktimiz azaldığından, günübirlik bir gezi yapmaya karar verdik ve trenle Glasgow’dan 45 dk’lık bir yolculuk sonunda İskoçya’nın simgesi olan tarihi başkente ulaştık.
Gezi rotası olarak Scotts Anıtı, Edinburgh Kalesi, Royal Mile, müzeler ve Holyrood Palace’ı seçtik. Tren istasyonundan Waverley köprüsü tarafına çıkınca bir Tourist Information ofisi var. Daha önceden bir harita getirmediyseniz oradan edinebilirsiniz.
İlk durak Edinburgh’nın simgesi olan Edinburgh Kalesi oldu. Her Ağustos ayında kalenin önündeki meydanda gayda çalma yarışmaları yapılıyormuş, çok büyük bir stad kurulmuştu bunun için. Biz gittiğimizde tribünleri söküyorlardı. O nedenle meydanla birlikte geniş plan çekemedim kaleyi.
Kale sönmüş bir volkanın üzerine kurulmuş. Yine birçok bölümü yıkılıp yeniden yaptırılmış. Dolayısıyla ilk zamanları 9.yüzyılın başları olarak belirtilse de, içerisindeki en eski yapı 12.yüzyıldan kalma Azize Margaret Şapeli. Diğer binalar 15 ve 16. yüzyıllarda inşa edilmiş. Kale üç kısımdan oluşmakta, bu kısımlar savunma noktaları olarak bölünmüşler. Yani birinci bölge kaybedilince ikinci bölgeye çekiliniyor, burası da kaybedilirse savunma üçüncü bölgeden devam ediyor. Bundan sonra ne olduğu malum. =)
Birinci bölgeden neredeyse bütün şehir görülebiliyor.
Üçüncü bölgedeki geniş avlu kraliyet hazineleri, ulusal savaş anıtı, şu anda cafe olarak hizmet veren bir bina ve zindanlar ile çevreleniyor. Kalenin bir kısmı New Barracks tarafından aktif olarak kullanılmakta. Bu nedenle tamamı gezilemiyor.
Kaleden çıkınca aşağı doğru uzanan yol Royal Mile. Bu yol kraliyet sarayına kadar iniyor. Tarihi binalarla çevrili yolda birçok hediyelik eşya dükkânı ve cafeler bulunuyor. Edinburgh’nın en eski katedrali olan St Giles Katedrali de bu yolun üzerinde. Bu katedralin kulesi İskoçya tacının bir replikası olarak inşa edilmiş. Şehrin aşağı yakasından daha belirgin olarak fark ediliyor.
Bu arada şehrin fonunda gayda var. Neredeyse her köşe başında durmuş kiltli, gayda çalan insanlar görülebiliyor. Beril gibi gayda sesinden hoşlanmıyorsanız, biraz işkence olabilir =)
Bu caddeden aşağı doğru inerken sağa, Southern Brige tarafına dönerseniz biraz ileride Royal Museum of Scotland ve National Museum of Scotland’ı görürsünüz. İlk yüzyıllardan bugünlere İskoçya’nın tarihi ve gelişmeleri hakkında detaylı bölümler var. Biraz interaktif bir ortam yaratmışlar bu müzede. Keyifli zaman geçirilebiliyor.
Tekrar Royal Mile’a dönüp aşağı doğru ilerlerken ufak bir müze daha gördük. İsmi People’s Story. Giriş ücretsiz. Sıradan insanların günlük yaşamlarını canlandırdıkları, geçtiğimiz yüzyılın tarihini özetleyen çok zaman almayan sevimli bir müzeydi.
Bu yolun sonuna vardığımızda Palace of Holyroodhouse’a gelmiş olduk. Tam karşısında İskoçya Parlamentosu bulunan bu bina İskoçya’nın sevilen Kraliçesi Mary’ye de ev sahipliği yapmış. İçerisinde oldukça büyük bir resim galerisi de var.Sağ tarafta bir tepe var, yürüyerek çıkılıyor ve güzel bir manzarası olduğu söyleniyor fakat bir de tırmanış için fazla yorulmuştuk, devam ettik.
Buradan geri dönüşe geçtik. Haritaya göre ilerleyip, kestirme diye Calton Road'ı seçicekseniz, seçmeyin, sevimli yerlerden geçmiyorsunuz. =) Princess Street'e ulaşınca tekrar yeni şehrin merkezine gelmiş sayılırsınız. Buradan kafanızı kaldırıp kaleye doğru bakınca, eski şehir merkezinin içindeki karmaşadan farkedilemeyen büyüleyici güzelliğini farkediyorsunuz. Biraz yeni şehir taraflarını da gezdik. burası Glasgow'la benziyor oldukça. İskoç ev arkadaşımdan şöyle bir şey duydum: Edinburgh’yı sevenler Glasgow’u, Glasgow’u sevenler de Edinburgh’yı sevmiyormuş genelde. Sanırım ben ikinci gruptayım. =) Sevmemiş değilsem de tam olarak fazla turistik buldum.
Robert Adam tarafından 18. yüzyılın sonlarında tasarlanmış yeni kenti gezdikten sonra geri döndük. Tren istasyonuna kadar giden bu yolda bir müze daha var. Bu sefer gezme şansımız olmadı ama bir sonraki sefere mutlaka aklımda olucak. Belki bu sefer Scotts anıtına da çıkarız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder