26 Eylül 2010 Pazar

Culzean Kalesi

İskoçya'ya gelirken, Beril'le aklımızdaki ilk şey kaleleri gezmekti.. Çok fazla araştırma fırsatı bulamadan, çıkıp gelince, kurtarıcımız bir Tourist Information ofisi oldu.. Yapmak istediklerimizi nerdeyse anlatmadan anlayan çok sempatik bir çalışanın yönlendirmesiyle 5 günlük rotamızı çizdik.

İlk durağımız Ayrshire'deki Culzean Kalesi.

Kalenin visitor centerdan görünüşü
Glasgow Central Station'dan trenle 1 saatlik mesafede Ayr'a ulaşılıyor. Burası çok sakin ve tarihi bir kasaba. Tren istasyonundan çıkıp karşıdan karşıya geçince, yolun solunda bir otobüs durağı görülüyor. Buradan üzerinde Culzean yazan (bu blogun yazıldığı tarihte 60 numaralı) otobüs ile Culzean Kalesi'nin olduğu yere doğrudan ulaşabiliyorsunuz. Gitmişken Ayr'ı da göreyim diyorsanız, bizim gibi, durağın yanındaki yoldan devam edip -her yerin merkezinde olduğu gibi jenerik isimli- High Street'e ulaşırsanız, görülecek yerlerin tamamını da görmüş olabilirsiniz.

Otobüsle 20 dakikalık bir yolculuk sonunda Culzean durağında inip giriş kapısına varılıyor. Kalenin girişi ücretli. Sadece bahçeleri gezmek istiyorsanız biraz daha düşük bir ücret verebiliyorsunuz. Buradan da 15 dakika kadar yürüyerek Visitor Center'a ulaşılıyor.

Bu turistik mekanlardaki visitor center'lar eskiden sadece tuvalet ve hediyelik eşya dükkanları olarak hizmet veriyormuş. Fakat şimdi daha interaktif bir ortam yaratmak için çalışmalara başlanmış. Hem ziyaret edilen yerin tarihi hakkında daha detaylı bilgilendirmede bulunmak için, hem de asıl hedef olan örneğin görme engelli insanların, içeride dokunmanın yasak olduğu yerleri gezerken, olan şeyler hakkında daha anlamlı fikirler edinebilmeleri için, böyle bir fikir gelişmiş. Biz buradaki visitor center'da çok zaman harcamadık ama dışarıdan da oldukça güzel görünüyordu.
Kapıda elimize verilen harita ile devam ettik, yine bir 10 dakikalık yürüyüş sonunda kaleye varabildik. Kalenin girişinde bir yıkık bir arktan geçiliyor. Fakat tarihi bir ark değil bu, yakın zaman önce, kalenin girişini daha etkileyici yapmak için hazırlanmış. Rehberimiz değindi bu konuya, girişte heybetli bir karşılama, sonrasında ön kapıya ulaşmak için takip edilen yolun, kalenin profilden de görüntüsünün verilmesi adına bir yuvarlak çizmesi ihtişamı vurgulamak için uygulanmış bir yöntemmiş. Bence buna pek gerek yokmuş. Zaten kale göründüğü andan itibaren, her adımda büyülüyor insanı. =) Alice in Wonderland'de Alice'in tavşanı gördüğü sahnedeki gibi bir bahçe, kaleye varmadan önce görülen son güzellik oluyor. 
 
Kalenin içinde fotoğraf çekmek yasaktı. Zaten üst katları özel misafirleri ağırlamak üzere otel olarak kullanılmakta olduğundan, tamamı gezilemiyor. Ancak gezilen ve hala kullanılan kısımlar, geri kalanı hakkında da yeterince fikir veriyor. Kale şu anda National Trust of Scotland'a ait. Vergileri ve kalenin giderlerini karşılamak zorlaştığı için, sahipleri bir charity olan NTS'e bırakmışlar burayı. Fakat ailenin varisleri bu bölgeye gelip zaman zaman üst katta kalıyorlarmış. Böylece aile ve kale arasındaki bağ bir şekilde devam etmiş oluyormuş. 

Kalenin mimarı dönemin en ünlü mimarlarından olan Robert Adam. Detaylara çok önem veren ve yaptığı her şeyin simetrik olmasını isteyen bir mimarmış kendisi. Bütün odalarda, duvardaki süslerden, kapılara kadar her unsur simetrik. Bu nedenle arkası boş kapılar ve işlevsiz hizmetli çağırma kolları bile var. Giriş ve ziyaretçileri karşılama salonu, yüzlerde tabanca ve kılıçla oluşturulmuş bir dekorasyona sahip. Bunlar hiçbir zaman kullanılmamış. Yine misafirlere gösteriş yapmak amaçlı bir tasarımmış. İlk oda, oturma odası. Tavan süsleri ve dekorasyon oldukça etkileyici. Yeşil tonlarının hakim olduğu bir dekorasyon var. Bence süper! Bir sonraki oda olan yemek odası, hala özel davetlerde veya düğün yemeklerinde uygun(!) bir ücret karşılığı kiralanabilmekteymiş. Çok dikkat çekici bir başka oda da üst kattaki yuvarlak çizim odasıydı. Bütün pencereleri denize bakan aydınlık çok zarif bir oda.
 
Kalenin içini gezerken dikkatimizi çeken minik bir ayrıntı daha oldu. Çocuklar geziden sıkılıp mızırdamasınlar diye her salona minik birer lego saklamışlar. Etkisi inanılmazdı. Bizim katıldığımız turda aileler rehberi dinlerken, çocuklar akıl almaz bir heycanla lego'yu arıyordu. Açıkçası rehberin anlattıkları ilgimi çekmediği anlarda ben de kendimi lego peşinde buldum =) Başka örnekleri de var mıdır bilmiyorum ama epey iyi düşünülmüş bir yöntemdi.

Kale turu bitirince, çıkıp bahçeyi gezmeye devam ettik. Önce Walled Garden'a girdik. Gerçekten büyüleyici bir bahçe yapılmış çiçeklerden. Kapalı havaya rağmen renklerin canlılığı ve uyumu, çok mutlu etti beni. Bu kadar yoğun yağmura rağmen bu kadar çok çiçeğin ayakta kalabilmesi için oldukça yoğun bir bakım yapılıyor olsa gerek.
Walled Garden'dan biraz dolandıktan sonra yine ağaçlar arasından bir patika izleyerek Swan Pond’a geldik. Burada minik bir kafe var ziyaretçiler için, ancak biz geç saatte gittiğimiz için kapanıyordu. Belki bu kadar yürüyüşün üzerine orda oturup bir kahve içmek iyi gelirdi. Bir dahaki gidişimde aklımda olucak. Burada biraz dinlendikten sonra, geldiğimizden farklı bir yoldan, göl boyunca giden ikinci patikadan döndük. Dönüşü buradan yapmanızı tavsiye ederim, epey güzel manzaralar karşılıyor orda da geçenleri.
 

Biz turumuzu burda bitirdik. Gidilebilecek iki yer daha vardı; Camelia House ve Boat House fakat vaktimiz kalmadı. Bir de bu kadar yürümek zaten yeterince yorucu olmuştu, geri dönmeye karar verdik. Fotoğraflar ne kadarını anlatıyor bilmiyorum ama özellikle kalelerle ilgilenenlerin kesinlikle görülmesi gerekenlerden biri olduğunu söyleyebilirim. Kasım-Mart arası kapalı oluyormuş, fakat özellikle bahar aylarında çok güzel olucağını düşünüyorum. Ufak bir not, geldikten sonra gezmeye başlamadan otobüsün dönüş saatlerini kontrol etmekte fayda var, çünkü pek sık geçmiyor. =)

swan pond

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder